Skip to content

¨Ne izlesem?¨ Dramınıza Su Serpme Yazısı

¨Ne izlesem?¨ Dramınıza Su Serpme Yazısı
3. doz aşı bünyemi fena vurdu. Günlerdir koltukta yatıp önüme geleni izliyorum ve 'Ne izlesem?¨ sorunuza hizmetle sahalara dönüyorum. Hadi buyurun.
Share on facebook
Share on twitter
Share on pinterest
Share on whatsapp
3. doz aşı bünyemi fena vurdu. Günlerdir koltukta yatıp önüme geleni izliyorum ve 'Ne izlesem?¨ sorunuza hizmetle sahalara dönüyorum. Hadi buyurun.

Üçüncü doz aşının hafta boyunca yere serip, depresyonun kıyısında beş tur attırdığı yazarınız döndü. Bakın ben bunun araştırılmasını istiyorum. Ki hemen Google’ladım, aşı sonrası mod değişikliği hadisesi şu anda araştırılma aşamasındaymış. Çeşitli makaleler yazılmış, bu demek ki haklıyım (zaten hep haklıyım, hem neden olmayayım ki? o yok, bu yok bari haklılığım olsun), araştırılıyorsa kokusu belgeli biçimde çıkar yakında.

Günlerdir perişanım, ne tadım kaldı ne iştahım. Ben de dua ettim Tanrımaaaaa….

Neyse, özetle bütün hafta kendimi salondan yatak odasına oradan yine salondaki koltuğa attım. Durumum buydu ama bol bol dizi, film vb. şeyler izledim. Dedim dönüşüm hizmette sınır tanımasın, size yediğimi içtiğimi değil izlediklerimi yazayım.

Netflix’dizisi ‘Emily in Paris’in Emily’si  başka bir gezegenden bize selam ediyor gibi.

Hadi başlıyoruz.

*Emily In Paris: Ben bu Chicago’dan Paris’e kaderin cilvesi eşliğinde PR işi için transfer olan Emily’e ilk sezon da gıcıktım, bu sezon da hala gıcık mıyım?. Evet!. Yahu bir insanın başına hep iyi şeyler mi gelir? Gelirse de nasıl gelir? Hep mi dört ayak üstüne düşülür?

Moda dünyasının Pollyannası mısın sen Emily?

Netflix’teki dizi, ‘Sex and the City’nin yaratıcısı Darren Star’dan çıkma elbette. Bizim nesli yaktın, yeni nesli de inceden inceye yak be Darren Abi.

Pandemiden uzak, şu anki dünyadan uuuupuzak bir dünyada hikayeleniyor ‘Emily In Paris’. Mesela hala küt diye yolda en hoş adamlarla tanışılıyor, hala erkekler aşık oluyor, hala güle oynaya alışveriş yapılıyor, hala topuklular ve şık marka kıyafetlerle şehirde sek sek sekiliyor, hala ne zorluk çıkarsa çıksın ortalık tozpembe.

Aslında üçüncü doz aşı bunalımıma denk gelmeseydi eğlenip kafa dağıtabilirdim ama bu ekonomik krizde, bu aksırma tıksırma, virüs bulaştırma devrinde sadece sinirlerim alt üst oldu.

Şaka bir yana tatlı dizi, Amerikalı yapımcılar Amerikan kafasını Fransız kafasına sıkı dövdürmüşler. Son bölümde de Emily nihayet mini bir gol yiyince üçüncü sezonuna da düşerim bu dizinin.

Cem Yılmaz bitti miymiş? Biten biz olmayalım sakın. Kalkın elinizi yüzünüzü yıkayım abicim. 
Seda Sayan’ın ‘falling stars challenge’ hevesi hafızamdan silin artık, lütfen.

*Cem Yılmaz ‘Diamond Elite Platinum Plus’ (Netflix): Sosyal medyadaki ¨Cem Yılmaz bu sefer güldürmedi¨ trendini anlayamıyorum. Sosyal medya trendlerinden bir ara yapılan ‘Falling Stars Challenge’ı (Seda Sayan teksin be!), kafalardan aşağıya kovayla su dökülen challenge’ı da anlamamıştım zaten.

Günümüz dünyasını almış, inci gibi döşemiş ustalıkla yazdığı metnine. E Cem Yılmaz bu zaten, halimiz neyse onunla dalga geçiyor. Eh! Halimiz de ortada. Babalıktan sosyal medyaya, Nusret’ten Acun’a, Karadeniz insanından anda kalmaya müthiş bir analiz buketi (buket mi?). Zaten Cem Yılmaz’ı ‘müthişlemek’ de bize kalmadı. O devir çoktan kapandı. Bayıldım kendisine, olgunluğuna, hüneri bol kalemine ve ha, bir de ¨Bazıları Allah bir tek kendini yarattı sanıyor¨ cümlesine.

*Yılmaz Erdoğan ‘Münaşaka’ (Blu Tv): Yılmaz Erdoğan ‘After Köyceğiz’ versiyonunu uzun zaman pek beğenerek takipteyim. Gözümüzün önünde bal şeker, organik, rahat, empatik bir insana dönüşmesi etkileyici ve ilham verici çünkü.

Yılmaz Erdoğan’ın Blutv’deki gösterisi ‘Münaşaka’yı çabuk izleyin, döktürmüş.

Münaşaka da onun eseri. ¨Şaka yapıp köye geri gideceğim¨ diye başladığı gösterisi vejetaryenlik, diş sıkma, anti depresan maceralarıyla başlayıp Monica Belluci, Russell Crowe hikayeleri üzerinden arakladığı analizleri çiçek gibi dizmesiyle devam ediyor. Yılmaz Hoca döktürüyor, izlerken durdurup WhatsApp gruplarıma

¨Çabuk Münaşaka izleyiiin, bizi anlatıyor¨ mesajı atarken yakaladım kendimi. Yahu sen bir anda kalıp izlesene, tabii sizi anlatacak, uzaylıları anlatacak değil ya. Bu her halimi bildirme alışkanlığımdan bu sene kurtulmam lazım.

*Jean Didion- Merkez Dayanmayacak: Aslında 2017 yapımı bir belgesel bu. Amerikalı efsane yazar Jean Didion’ın hayatını anlatıyor. Bana ancak bu hafta izlemek kısmet oldu. Demek belgeselle aramda Balzamik faz varmış belki de Neptün çöktü üstümüze (astroloji düş yakamdan!).

Amerikalı efsane yazar Joan Didion’ın belgeselini yazarlıkla ilgilenenler izlemeli.

Sulandırmıyorum, devam ediyorum.

Gazeteciliğe ve yazarlığa hevesliler, biyo-belgesel sevenler kaçırmasın. Tarzından, dünyasından çok etkilendim ve ilham aldım. Bu arada Didion 23. Aralık. 2021’de hayatını kaybetti. Kitaplarının Türkçesi’ni bulmak istedim, hala bulamıyorum. Bulan varsa bana yollasın lütfen.

2021 Bit Artık (Netflix): Gördüğünüz gibi geçen Netflix’in esiri olmuşum. 2020’yi giriş bölümü gibi bırakan, şaşkınlıklara, felaketlere, tuhaflıklara doymadığımız yıl 2021’i dalga geçerek özetledikleri bir Netflix yapımı.

Stockard Channing, Hugh Grand, Diane Morgan, Lucy Liu oyuncular arasında. İzlemediyseniz bu ay izleyin çünkü Ocak ayı hala geçen seneye aittir. Yeni yıl Mart’ta gelir benim gözümde. İzleyin, gülerken acı çekmeniz garanti. Artık gerçekçi tavsiyeler vermem ne hoş.

Saklı (Blu TV): Yıllar önce senaryosuyla bizi bizden alan ‘The Affair’ dizisinin uyarlaması dediler, ben de hevesle açtım. Açtım ama kimse kusura bakmasın izlemek mümkün değil. Bu kadar kötü bir ses olamaz. Evet, dizinin sesinden bahsediyorum. Kulaklarım kanadı ve on beşinci dakikada çıktım. Ha bu çıkışımın ardında ne kadar sevsem de bu kez Fırat Çelik’in role girememiş olması (belki ilk bölümde öyleydi, hakkını yemek istemem), dört çocuklu ailenin kaotik dramının içimi darlaması da vardır diye düşünüyorum ama dizinin giyotini ses. Eminim arkasında çok emek vardır. Yazık olmuş. Düzelmez miydi acaba? (Bünyede sızlayıp duran hep bir umut, hep bir empati, hep bir ‘bize de mi yok’ tavrı)

Kulüp 2. Kısım (Netflix): 6. Bölümünde mola veren, 1950’lerin Beyoğlu’nda geçen, Sefarad Yahudisi Matilda’nın hikayesi üzerinden dönemi, 6-7 Eylül olaylarını, azınlıklara yapılanları, varlık vergisini anlatan dizi, 4 bölümlük ikinci kısmında şov yaptı.

4 bölümlük 2. kısmıyla Netflix işi ‘Kulüp’ ayakta alkışlanmayı hak ediyor.

Yönetmenler Seren Yüce ve Zeynep Günay Tan’ı çok ama çok alkışlamak lazım. Böylesine kötü ve acı bir dönem bu kadar zarafetle nasıl anlatılabilir. Sanat yönetmeni Ayşe Buket Demiratar, görüntü yönetmeni Ahmet Sesigürgil’i de unutamayız. Kolay kolay denk gelmeyecek bir ekip ruhu oluşmuş besbelli.

Matilda rolünde Gökçe Bahadır’a hayran oldum, Fırat Tanış, Salih Bademci, Metin Akdülger... hepsine sepet sepet alkış.

Son bölümünde sadece ağladım, ağladım, ağladım. Mutlaka izlemesiniz. Mutlaka.

‘And Just Like That’ 3-4-5’inci bölümleri (HBO): Hala direniyorum, ‘Sex and the City’ kızlarına sadakatimi koruyup bu ilişkiyi kurtarmaya çalışıyorum. Olmadı toplu bir çift terapisi rica edeceğiz kendilerinden. Olmuyor, olmuyor, olmuyor!

Carrie, Miranda ve Charlotte’un 50 yaş üstü hayatlarını anlatan ‘And Just Like That!’ biz dizinin fanlarını paramparça ediyor.

Zaten hayata dair moralimiz bozuk, umutlar gram gramken ikonlarımızın 50 yaş sonrası zorlama genç kalma, günü yakalama çabaları karşısında bileklerimizi kesme hissine gark oluyoruz. Spoiler vermemek için yazmıyorum, bir de siz bakın. Bu kadar vasat yaş alamazdınız be kızlar. Mirandaaaa ah Miranda yaaa!

Bu arada Samantha rolündeki Kim Cattrall’ın diziye dönmemesi akıllıca hareketmiş, efsanesini korudu en azından.

 

Swan Song (Apple Tv): Amerikan Apple TV Plus’tan bir bilim kurgu-drama film ‘Swan Song’. İrlandalı yazar, yönetmen, yapımcı Benjamin Clearly yazıp ve yönetmiş. Mahershala Ali (bebeksi bir bebek kendisi), Naomie Harris ve keskin oyuncu Glenn Close başrollerde.

Özetle; öleceğini öğrenen aile babası Cameron Turner, kendini klonlatıp eşi ve çocuğuna fark ettirmeden öbür dünyaya gitme planı yapıyor. Yani klonuyla yer değiştirecek, böylece ailesi bölünmeyecek, karısı ve çocuğu üzülmeyecek gibisine.

Çok çok ilginç, duygusu ürkütücü, oldukça düşündürücü bir film. Kopyanla yüzleşmek bir yana, ilişkilerin sadece tanışıklıktan ve anılardan ibaret olup olmadığı sorusuyla da boğuşturuyor izleyiciyi. Topa girerseniz yorumlarınızı merak ediyorum.

Ted Lasso: 7 Emmy Ödüllü ve bu sene de ödülleri toplaması beklenen komedi-dram kıvamında bir Apple TV+ dizisi. Amerikan futbol koçu Ted Lasso’nun esasen hain bir planın maşası olarak İngiliz AFC Richmond’un koçluğuna gelmesini ve takımda yaşadıklarının hikayesi.

Esasen konu futbol gibi görünse de futbol üzerinden hayat dersi vermeye doymayan ve bunu en hafif biçimde yapan haline bayılıyorum. Aşırı tatlı bir birey olan Ted Lasso’nun hastasıyım. Her mahalleye bir Ted Lasso şarttır diyorum. Başka türlü toparlanmamız imkansız gibi.

Tatlılık onda, empati onda, neyi hafife alıp neyi ciddiye alacağının farkındalığı onda. Kurşun geçirmez bir pozitif bakış açısı var. Ailece de izleyebilirsiniz. Oh içiniz açılır.

Ha Apple TV+ yoksa ne yapacaksınız, onu da yaratıcılığınıza bırakıyorum.

Hadi bu haftalık dizi/film dünyası bu kadar. İzleyin, yorumlarınızı benimle paylaşın çünkü sizden yorum gelince daha çok yazı yazasım geliyor 🙂

 

 

2 Yorumlar

  1. Hemen münakaşa ya başlıyorum, kulüp bitti ve son bölüm efso

  2. Cem Yılmaz’a haksızlık yapıldıgı konusunda sizinle hem fikirim, yaşadığımız çağ hızla değişiyor, insanlar değişiyor, fikirler değişiyor , Cem Yılmaz’ın da değişmesi çok normal ama hala alanında en iyi bence…


Bir Yorum Ekle

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.