İnsanın katlanmak zorunda olduğu türlü türlü huyu var. Ne kadar değiştirmeye çalışsan da bazıları yer ediyor işte. Misal bendeki şu mükemmeliyetçilik. Hayır, sanırsınız müthiş titiz, disiplinli, planlı programlı bir tipim. Neredeeee????
Hem mükemmeliyetçi hem geniş bünyeli, ¨Yaparııız¨, ¨Hallederiiiz¨ kafasında biri olabilir mi? selam benim!.
Ve fakat bu mükemmeliyetçilik ayak bağından başka bir şey değil, belirtmek isterim. Tarafımdan yıllarca denendi, onaylandı. Psikolojide ucu kaçırılmış mükemmeliyetçilik ‘obsesif kompulsif kişilik bozukluğu’ olarak geçiyor. Normal mükemmeliyetçi olarak tabir edilenler o kadar zararlı değil. Daha sakin, kontrolü dozunda, çalışkan, pes etmeyen karakterler.
KERVAN YOLDA DÜZÜLEMEZ!
Artık herkes kendi mükemmeliyetçiliğinin ayarını versin.
Versin de mükemmeliyetçilik kişiyi erteleme bağımlısı yapıyor bir kere; coştu mu çok tehlikeli. Kolları sıvamak suretiyle diyelim bir türlü bir işe, bir ilişkiye, projeye başlayamıyorsun. Kontrol etme takıntından önce kendini sonra çevreni yoruyorsun.
¨Kervan yolda düzülür¨ mükemmeliyetçi bünyeler için yüzlerine tükürülmesiyle eş değerde bir söz mesela. Çünkü hataya açık bir hal kervanın yolda düzülmesi. Hata, mükemmeliyetçinin en büyük kabusu. Egoya bak sen!
Küçük küçük başlayıp zamanla inşa etmek ne demek yani, ne-de-mek? Olacaksa ilk günden son şekline varmış halde olsun. Oysa, yok öyle bir lüks.
İşin bütün numarası, güzelliği de zaten o yaratma, taş üstüne taş koyarak büyütme meselesinde değil mi zaten?. Varılacak durakta değil yolun kendisinde yani.
Bir gün bile yaptığın bir işten memnuniyet duymuyorsun bu yüzden. Sırf bu yüzden başarılarını kutlamayı beceremiyorsun. Hep aklında şu soru çınlıyor ¨Eee? Şimdi ne olacak? Bir sonraki adımda ne yapacağım?¨.
Bu da seni türlü türlü korkulara, ardından ertelemelere ve hiç başlamamalara itiyor. Hiç denemeden, şans vermeden başarısızlık korkuna teslim oluyorsun yani. Denemedikçe, adım atmadıkça da kendine gıcık.
Kabus gibi bir çember, didiş dur kendinle.
Üretemedikçe çürüyor, asabileşiyor, umudunu kaybediyorsun. Oysa kalk hemen şimdi yerinden, hesapsız kitapsız hayal ettiğin ne varsa bir adım at değil mi? Yarın diğer adım, öbür gün bir tane daha.
Sen mükemmeliyetçiliğinde boğulurken sadece çalışarak ve denemekten korkmayarak geriden gelen cesur yürekler dört nala geçiyorlar hani seni. Bak, o işte hislerin en kötüsü.
Bütün bunları niçin yazdım? Sabahtan beri şöyle okurların heyecanlanacağı bir yazı konusu bulmaya çalışıyorum da ondan. Öyle olsun, böyle olsun derken akşam oldu. Kitabımın yıllardır bir türlü bitmemesi gibi.

GÜLŞEN, PAPA, DURUM FENA
Gülşen’in kıyafeti? Offf, istemiyorum. Köpürtülmeye çalışılan suni bir gündem kendisi. Yazacağım tek cümle çıkar; ¨Yıl 2022, size ne?¨.
Covid zaten yazıp durduğum bir konu, ‘aşk, meşk, ilişkiler’ desen bugün havamda değilim.
Ekonomik kriz? Yazdık onu da… yaza yaza çözülse keşke, bittik. Sinirimizi kalmadı.
Dur bakalım neler olmuş başka?
Hah! Papa, kedi köpek bakıp, çocuk yapmayan/ evlat edinmeyen çiftleri eleştirmiş. ‘Kedi köpek bakacağınıza insanlığın geleceğine sahip çıkın. Bencil olmayın’ ayarı vermiş.
Ah Papa’cım, bencil olsak neden hayvanları sevip onlara bakalım mesela? Ya da çocuk istememek bencillik değil, bir bakıma kendine karşı dürüstlük olmasın? Herkes anne baba olmak zorunda mı? gibi sorularla gelmek isterim sana. Neyse… Geçelim.
Başka ne var?
Giresun Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi’nin sekreteri, bekleme odasında koltukta acı çeken bir hastayı videoya çekip, üzerine koyduğu müzikle sosyal medyada dalgasını geçmiş.

Şakacılık aldı yürüyor sevgili okurlar. Ya da şunu mu desek; sosyal medya ile gerçek hayat fena halde birbirine girdi ve bu korkutucu. Gerçekliğini, duygusunu, vicdanını, empatisini kaybeden insanların sayısı artıyor, hızla. Ve bunun komik olduğu düşünülüyor. Kafalar karışık, kafalar yanık, duman tütüyor.
Ayrıca bugün ‘Peynir Sevenler Günü’. 2010’dan beri Amerika’da kutlanıyormuş. Ben de çok seviyorum ama sevdiğim birçok şey gibi peynir de yasaklılar listesinde. ¨Süt ürünlerini zinhar yemeyin’¨ diye bir şey çıktı son yıllarda. Mümkün oldukça yemiyor, yiyince de pişmanlıktan pişmanlığa savruluyoruz.
Hayır yani sebep?. Aynı doktorlar senelerce ¨Kalsiyum dengeniz için peynir şart!¨ diye inletmediler mi ortalığı?. Bizimle müthiş hünerli bir şekilde oynuyorlar. Tebrik ederim. Biz de her defasında oyuna geliyoruz. Teessüf ederim.
***
Peki şimdi ne oldu?
Yazı yazmadığım için ıstırapla geçireceğim bir günden yazı yazarak manevramı aldım . Hatta yazıyı yazarken aklıma başka konular geldi ve notlar aldım. Elim açıldı bir anda gibisine.
Mükemmeliyetçiliği seçip otursaydım bütün gece mutfağı yiyecektim (duygularını yeme evladım), belki de sinir içinde her şeyin negatif yanını düşünüp ona buna saracaktım. Sanırım bu kendi kendime yaptığım ‘huy törpüleme’ çalışmaları biraz işe yaramaya başladı.
Neyse, demem o ki; işte mükemmeliyetçilik böyle tuzak bir durum sevgili mükemmel okur. Gidin elinizi yüzünüzü yıkayın, kahvenizi koyun ve işe koyulun. Tavsiyem budur.
1 Yorum
Ayşee tespitlerin harika ! Sen yaz hep ne olur ben iyi nir okurunum.