Durum belli, durum net; bu sezon da kendimi MasterChef Türkiye’den alamıyorum.
Diyelim akşama dışarıda bir program teklif edildiğinde kafamda şöyle bir terazi yaratıyorum.
Terazinin sağı: Somer Şef, Mehmet Şef, Danilo Şef üçlüsü, programda yaşanacak olaylar, öğreneceğim yemekler, koltuk, köpeklerim, eşofmanım.
Terazinin solu: … yaaa-niii. Gitmesem de olur 🙂
Diyelim gittim, koştur koştur eve dönmelerim de var bölümü kaçırmamak için.
Hadi kaçırdım bölümü, o zaman sabah kahvaltı ederken YouTube’tan izliyorum. O derece mi? Evet, o derece.
Bir arkadaşım evde elektrikler kesilince arabaya inip iPad’i şarja takmak suretiyle MasterChef izledi geçen akşam. Yani sakın bu sevdayla ilgili üstümüze gelmeyin 🙂
Durumuma kınayan gözlerle bakan ve MasterChef’i ‘guilty pleasure’ zannedenler var çevremde, hemen kendilerine sesleniyorum; MasterChef insanlara söylemeye çekineceğiniz düşük bir zevk değil, basbayağı sosyolojik tespitler cenneti. Tabii bakmayı bilirseniz.
TÜRK MUTFAĞINI GÖMECEK MİYİZ?
Özgüven nedir? Kimlerde bulunur? Özgüven fazlası ne gibi felaketlere yol açar? Yetenek yeterli midir?
İnsan bilmediği bir dalda yarışmaya neden katılır? Yarış psikolojisi karaktere neler eder? Sonunda bir kişinin kazanacağı yarışta neden gruplaşılır?
İnsanın kendine körlüğü nedir?
Aralarında sert-babacan, şefkatli-kuralcı, sempatik-keskin olarak müthiş denge kurmuş şeflerin sabrından yola çıkarak usta-çırak ilişkisi nasıl kurulur?
Sonra en acayibi; Türk mutfağını bilmemek ne demektir? Bu konuyu da ayrıca yazmak istiyorum. MasterChef’i sevmemin en önemli nedenlerinden biri de bu; Türk Mutfağı’na sahip çıkması. Sen şekerpare yapamıyorsan bu yarışmaya hangi cesaretle katıldın be kardeşim? (Bkz. sinirli seyirci)
Şunu da araya sıkıştırmam şart. Geçen gün bir yemek okuluna gittim, sordum ¨Türk mutfağı sınıfınız var mı?¨. Dediler ki ¨Açtık ama hiç rağbet olmadı, kapattık ¨. Gelmekte olanın farkında mısınız bilmiyorum. Kendi kültürünü bilmeyen, kendi mutfağından zevk almayan bir nesil daha geliyor. Yazıktır. Türk mutfağını gömecek miyiz?
AŞIRI ÖZGÜVENİNE YENİLEN ÇAĞATAY
Dedim ya MasterChef sadece bir yarışma değil, hayata dair müthiş tespitler ve dersler çıkarabileceğiniz bir örnekleme sahası. İzleyenler bilir, geçen Pazar akşamı yarışmanın ilk dördüne kalacağı düşünülen Çağatay şok! şok! şok! şekilde elendi

.Çağatay kardeşimiz özgüveni tavanda, yetenekli, becerikli, tekniği kuvvetli bir yarışmacıydı. Biz de sinir olsak da yeteneğini takdir ediyorduk. Pazar günü elemesine kaldı Çağatay, o kadar özgüvenliydi ki.
Mehmet Şef ¨Çağatay eleme potasından çıkabilecek misin bu akşam?¨ diye sorunca ¨Kuru çay gelse tabağıma entegre ederim¨ dedi özgüven dağlarından.
Yarışmayı bilmeyenler için not: haftanın sonunda yapılan elemenin ilk kısmında bir ürün veriliyor ve o ürünle potaya girenlerin yaratıcı tabak yapmaları gerekiyor. Yarışmacılar da önden çıkabilecek olası ürünleri tahmin ederek, yapabilecekleri tabakları çalışıyorlar. Çağatay’ın ¨Kuru çay gelse¨ dediği bu.
Peki ne çıktı? Mercimek.
E ne oldu? Çağatay gecenin en iyi tabağını (mercimekli tepsi mantısı) yaptı ama kader bu ya, gidip en tuzlusundan ‘dark soya’ alıp bir de üstüne çektirerek sos yapınca tabağı tuzdan yenmeyecek duruma geldi ve son üçe kalarak, ilk elemeden çıkamadı.
Elemenin ikinci etabında ise Mehmet Şef’in hazırladığı ‘Ördek Sirit’ geldi. Tabağın aynısını yapacaklar, en kötü yapan elenecek. Mesele bu.
Bizim Çağatay müthiş özgüveniyle Fatmanur ve Atike ile yarışa girdi. Kesindi emindi, sadece Çağatay mı tüm arkadaşları ve şefler de emindi. Peki ne oldu?
Çağatay’ın ördeğinden bir değil, iki değil, üç kemik çıktı. Yapacağı bir hata değildi, yaptı. Konu kapandı yani. Tabağından istenmeyen ürün çıkan yarışmadan gider çünkü. Çağatay elendi yani.
Yetenekli bir şef adayıydı keşke elenmeseydi ama ipi her zaman favoriler göğüslemiyor değil mi? Elemenin başında Testere Burak ¨ Beni kimse rakip olarak görmüyor, umarım rakip görmedikleri kişilere elenmezler ¨ dediğinde haksız sayılmazdı aslında.
Söz konusu ‘maraton’ olunca, hayat favorileri değil, çok isteyenleri, çok çalışanları ve aynı zamanda kibrin kıskacından kaçabilenleri bir başka kolluyor sanki. Aşırı özgüven alıcınızın ayarıyla oynuyor. Oynatmamak lazım. Karşımızdakileri küçümsememek, görmezden gelmemek… Sonra imtihanı böyle ağır oluyor işte, öğrenmeyince kafana vura vura öğretiyorlar sana. Çağatay’ın da bu kayıpla alması gereken dersleri aldığına eminim, umarım iyi bir şef olarak adını duyarız.
Farkındalığı daima elde tutmak lazım.
Bu haftalık MasterChef dersimiz bu kadar 🙂
Henüz yorum yapılmamış, sesinizi aşağıya ekleyin!