Skip to content

Küçük Bir Miyavvvv Hikayesi

Küçük Bir Miyavvvv Hikayesi
Üç veteriner, üç ayrı tedavi ve ilaç listesi. Boğazım düğümleniyor, benimki kucağımda miyavlıyor. Çok miyavcı bu küçük. Dışarı çıkınca kucağımda kedicik Ataşehir’in bilmediğim bir sokağının ortasında taşa oturup ağlıyorum.
Share on facebook
Share on twitter
Share on pinterest
Share on whatsapp
Üç veteriner, üç ayrı tedavi ve ilaç listesi. Boğazım düğümleniyor, benimki kucağımda miyavlıyor. Çok miyavcı bu küçük. Dışarı çıkınca kucağımda kedicik Ataşehir’in bilmediğim bir sokağının ortasında taşa oturup ağlıyorum.

Her şeyi planlamıştım. Ayvalık’tan az önce dönmüş, araba yolculuğu boyunca geçirdiğim glüten komasından olacak, arka koltukta baygın yatmış, eve gelip bavulumdaki giyilmiş eşyaları kirliye, hiç ellenmemişleri dolaptaki yerlerine kaldırmış, aylık glüteni kesme yeminimi etmiş, papatya çayımı demlemiş, annemin aldığı ve her zamanki gibi zevkime uymayan (annemin 40 yıldır hala zevkimi anlamamış olması bir gözden kaçırma mı, inat mı bilemiyorum) pijama takımını üzerime geçirmiş, salonun ışıklarını kapatmış, köpekleri bahçeye tuvalete çıkarmak için kapıyı açıyordum.

Açtım. Ufff soğuk yüzüme vurdu. Pastırma yazına ne oldu? Marley koşarak, Diva sallanarak bahçeye çıktı ve Miyavvvv! Yoook canım başka yerdendir.

Miyavvvv! Şu sandalyenin üstündeki muşambadan mı geliyor o ses?

Ayşe bakma!

Miyavvvvvvvvv! Muşamba eminim, bu muşamba!

Gidip kaldırıyorum ki, el kadar bir kedi yavrusu. Beni görünce muşambanın katlanmış köşesine kaçıyor. Bir kedi daha görüyorum, kaskatı yatıyor. Kalbim hızla atmaya başlıyor. Minik kedi bana hırlıyor, tısssslıyor. Uzanıp çekiyorum onu köşeden.

Miyavvv! Tısssss! Maaaavvvvv!

Ellerimin içinde, çığlık atıyor. Göğsüme bastırıyorum.

¨Marley! Diva! İçeri¨.

Koşup bir havlu alıyorum, spor havlusu bu, logolu; fit bilmem ne. Kim gönderdiyse… Havluya sarıyorum yavruyu. Tek gözü yok gibi, kapalı ve şiş. Kediyi masada duran kare hediye kutusunun içine konuşlandırıp, eşofmanlarımı geçiriyorum aceleyle.

Yoo, hiç metanetli tabir edilen insanlardan biri değilim. Böyle durumlarda daima elim ayağım titrer, panikten ne yapacağımı şaşırır, işlevsiz şekilde sağa sola koştururum.

Ve bu kaçıncı yaralı, yalnız, ağlayan kedi bulduğum. Eh 7 yıl Rumelihisarı’nda 3 yıldır da Emirgan’da oturursan sokak kedileriyle mesain bitmiyor tabii. Şehrin gizli sahibi onlar, bekçisi, gözlemcisi…

Tahminlere göre İstanbul’da 750 bin sokak kedisi varmış, biliyor muydunuz? Bunların hepsini kısırlaştırmak, kurtarmak, beslemek ne mümkün. Aslında çözüm bulmak mümkün de, işte birkaç hayvan severin elinden gelenle kökünden çözülmüyor sorun.

Küçüğü alıp arabaya atlıyorum. Yoldan sokak kedilerinden sorumlu bakanımız Sevtap’ı arıyor, Rumeli Hisarı sahilden onu da alıyorum. ¨Ahh canımm, çok küçük, gözüne ne oldu?¨

Bilmiyorum. Levent’te 24 saat açık bir veterinere gidiyoruz. Sıraya alıyorlar bizi. Yılbaşına şimdiden hazır bir veteriner burası. Kasım’dayız yani. Sağa doğru devrildi devrilecek yılbaşı ağaçları üzgün gibi. İçeride berbat bir ilaç kokusu var. Kediciğe bakıp, gözünün iltihaplandığını ve şu şu damları kullanmamız gerektiğini söylüyorlar.

Benim dinlemeyen telaşım, onun miyavlarıyla eve dönüyoruz. Mini’nin bebeklik kulübesine yerleştiriyorum onu. Suyu, maması, sıcaklık hissetsin diye fit havlusuyla… Uyuyor.

Ertesi gün kendi veterinerime götürüyorum. O da başka ilaçlar yazıyor. Günde dört defa damlaları, Marley’nin oyun çabaları, Diva’nın aldırmazlığıyla üç beş gün geçiyor. Öyle tatlı ki. Yuva aramaya başlıyorum küçüğe, sol gözünün iltihabı geçmiyor.

Murat Şaroğlu adında göz veterinerini öneriyorlar. En iyisi oymuş. Randevu alıp Ataşehir’e gidiyoruz ertesi sabah. Arabada boynuma çıkmaya çalışıyor küçük.

Şaroğlu gözün düzelmeyeceğini söyleyip başka ilaçlar yazıyor, bakın üç veteriner, üç ayrı tedavi ve ilaç listesi. Boğazım düğümleniyor, benimki kucağımda miyavlıyor. Çok miyavcı bu küçük. Tısları çözdük neyse ki.

Dışarı çıkınca kucağımda kedicik Ataşehir’in bilmediğim bir sokağının ortasında taşa oturup ağlıyorum.

Sonra kendime soruyorum; ¨Neden ağlıyorsun?¨. Savunmasız canlıların acı çekmesine dayanamıyorum işte. Ama onun yuvası var şimdi neden ağlıyorsun? Ölmeyecek, yaşayacak, sadece tek gözü görmeyecek, neden ağlıyorsun?

Haksızlık ve acı birikmişi var, ondan ağlıyorum. Bir de çok küçük…

İki hafta boyunca bizim evde kalıyor küçük. Oysa kediye deli gibi alerjim var. Gözlerim akıyor, nefesim tıkanıyor. Alışıyorum küçüğe. Hatta kaldırıp kaldırıp burnunu öpüyorum.

Diva’nın karnına yatıyor, memelerini emmeye çalışıyor saatlerce.  Yine ağlıyorum. Bir türlü yuva çıkmıyor. Tüm sahiplendirme hesaplarına fotoğraflarını videolarını atıyorum. Kimse istemiyor bebeği. Öyle tatlı, yumuşak, güzel ki… tahmin edersiniz; yine ağlıyorum.

Bana ağlamak olsun gibi bir haldeyim.

15. gün bir arkadaşımın Cihangir’deki evine gidiyorum, birkaç kadehten sonra kedicikten bahsediyorum ve ¨Ben alırım¨ diyor. Şaşırıyorum, seviniyorum. Kabul! gidecek diye biraz da buruluyorum, itiraf ediyorum.

Ertesi öğlen küçüğü hazırladığım ilaç çantasıyla arkadaşıma teslim ediyorum. Şimdi çok mutlu küçük, kucaktan inmiyor, seviliyor…

İşte bu da böyle bir hikaye.

Taşıdığı anlamlar bana göre şöyle;

  • Sessiz de olsa çevrenize dikkat kesildiğinizde bir yardım çağrısı var ille de. Duyun.
  • Duymazdan gelmeyi seçebilirsiniz elbette ve fakat insan bir canlıya, doğaya, belki de hiç tanımadığı bir kişiye yardım edince varlığı değerleniyor, anlam kazanıyor. Bir işe yaradığının hissetmenin, kalbin pasını almanın en kestirme yolu elinizi uzatmak birilerine. Uzatın!
  • Yardım ettiğin sana yardım ediyor belki de. Anlayın!
  • Bir engelimizin, idealden eksiğimizin olması güzel yaşamayı hak etmediğimiz anlamına gelmiyor. Belki de en tatlı hikayeler eksiklerimizle başlıyor. Unutmayın!

Bakalım sıradaki sahiplendirme hikayemiz nasıl olacak?

Bekleyin!

1 Yorum

  1. Yazılarınızı cok özlemistim , sevgiler


Bir Yorum Ekle

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.