Skip to content

İlişkilerde Rolex- Casio meselesi

İlişkilerde Rolex- Casio meselesi
Rolex-Casio, Ferrari-Twingo ya da elmas- çakıl taşı kategorilerine ayırıp ‘rakibimizi’ küçümseyerek yürek ferahlatmak nereye kadar?. İnelim o dağlardan ve de obsesyon trenlerinden.
Share on facebook
Share on twitter
Share on pinterest
Share on whatsapp
Rolex-Casio, Ferrari-Twingo ya da elmas- çakıl taşı kategorilerine ayırıp ‘rakibimizi’ küçümseyerek yürek ferahlatmak nereye kadar?. İnelim o dağlardan ve de obsesyon trenlerinden.

Shakira ve Pique ayrılığının ayrından, kayınvalide kovucu camdaki cadı ve ilişkilerde Rolex-Casio meselesi kaldı elimizde. Ünlü çiftimizin özelinde işin suyu çıktı. Eyvahlar olsun!!! Girilebilecek en pis ve ucuz ayrılık duşuna girdiler, yıka yıka lekeleri çıkarabiline aşk olsun. 

Ama biz, bize gelelim şimdi. 

Sorarım size; Rolex-Casio, Ferrari-Twingo ya da elmas- çakıl taşı kategorilerine ayırıp ‘rakibimizi’ küçümseyerek yürek ferahlatmak nereye kadar?. 

İnsan canı çok yandığında, boşa çektiği küreklerle hiçbir kıyıya varamadığını anladığında, kendine has cümle aleminin önünde rencide edildiğinde, o acı ve küçümsenmişlik duygusuyla diyebilir böyle şeyler. 

Demese daha iyidir ama diyebilir. ‘Bakın ben nasıl da güçlüyüm ve haklıyım’ alt metniyle intikam şarkıları da söyleyebilir. İnsanidir bu. Çok da kabuldür. Anlaşılabilir.

***

Rolex ve Casio yetkilileri 2023’e el ele bomba bir reklam kampanyasıyla gireceklerini nasıl bilebilirlerdi ki? 🙂 Kısmet…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ve fakat asıl bakılması gereken Casio’lar, Twingo’lar, çakıl taşları değildir; eğer kendimize bir açıklama yapma gayretindeysek; ego dağlarımızdan bünyeyi aşağı salıp, karşımızdaki insanın o gün, o anda kişisel olarak durduğu yere uyanacağız önce. Kendimizi ayırarak, ne kadar da kıymetli olduğumuz inadından vazgeçerek… 

Yani sen pırlanta olabilirsin güzelim ama ‘seni sevmesi için çırpındığın’ kişinin tezgahtaki boncuklara ihtiyacı vardır. Boncukları görebiliyordur, onu algılayıp anlayabiliyordur. E herkes algısı kadardır, unutuyor musun? 

Ayrıca insanları dışarıdan bakarak sınıflara bölmeyi de hiç doğru. bulmuyorum. Bugüne kadar da bir faydasını görmüşlüğüm yok.  Özellikle kadınları… kadınlardan söz ederken ‘o karı’, ‘o.pu’, ‘basit’… vs. denmesinden rahatsızlık duymakla kalmıyor, bu sıfatları yapıştıran kişiyle neden sohbet ederek zamanımı tükettiğimi düşünüyorum. Böyle masalardan kalktığım çoktur. 

Gelmişim 40 yaşına. 20 yaşımla bir miyim? 30’la? 35’le? Aynı mı değerlerim, önceliklerim, hayranlıklarım?… Damak tadım bile değişmiş, neyin kalıbı bu tutturulan. Sanki herkes hayatının her evresinde aziz/azizeydi. 

***

Önyargı, yargı, son yargı, yergi, sınıflandırma… bunlar kişinin ‘bakın ben daha iyiyim’ demek adına tepişmesinden başka bir şey değil. Evet sen daha iyisin ben daha kötüyüm; ¨Hayırlısı be, kısmet ¨ desen bombası elinde patlayacak.

Yahu üç ay öncesiyle aynı değil insan… her yaşanan sebepli, değişmemiz için oyun aslında. Değil mi yani?.

Üç ay önce yaptığı yanlışlık ona öyle çok şey öğretmiş olabilir ki, silkeleniverir. Ben daha geçen hafta yaptığım gerzeklikleri şifalandırıp, idraklamaya çalışıyorum mesela.  

Herkesin, her an yeniden başlama hakkını, iyileşme yolunu biz kimiz ki teslim alıyoruz?.. Sakince oturup soralım bence kendimize. 

Neyse, asıl konumuza dönersek, üşenmeyip şunu da not almamız gerekir. İnsanlara olmaları gereken seviyeyi/frekansı/ bakış açısını dikte edemeyiz. Edersek tez vakitte sistemi kusar. 

Kılavuzuna göre yaşanmıyor ilişkiler, el kitabı yok büyümenin, gelişimin. 

***

Ve kişi canının çektiği yemeği yemek ister günün sonunda. Zorlamayla olmaz bazı şeyler. 

Yani aslında diyorum ki; karşımızdaki kişiyi hayalimizdeki yere koymayalım. Vazgeçelim istediğimizi oldurma sevdasından. Olanı fark etmeye odaklanalım. Bir geri çekilip bakalım, bu arkadaş hayatının hangi evresinde… 

Darma duman mı, beyaz sayfalara hazır mı, sevesi mi var aklına esince tüyesi mi?.. Sorumluluk alabilir mi, sana istediğini verebilir mi, sen onun bulunduğu halle iyi hissedebilir misin?.. 

Seni şüpheye düşüren, ayarlarını bozan birini niçin isteyesin?. 

Neymiş, Ferrari’den inip Twingo’ya binmiş. Biner, iner. Sen poponu da yırtsan değiştirebilecek misin?. Hayır. 

İnelim obsesyon trenlerinden lütfen. 

Birinin adam etmeye çalışmak zaman kaybıdır. Sen önce durumları analiz etmeyi ardından kabul etmeyi, uymuyorsa gürültü patırtı koparmadan çekip gitmeyi öğreneceksin.

Ders bu yani.

Bence…

1 Yorum

  1. Bu bilince varabilmek için de tecrübe gerek.
    Türlü türlü obsesyondan trenlerinden inmek,
    Eh biraz da yaş aldık mı.
    Tamamdır.
    Negatifler olmasaydı pozitiflerin değerini nereden bilecektik?
    Asıl Shakira yı şimdi görelim.


Bir Yorum Ekle

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.