Skip to content

Ben Neden Sevilmiyorum?

Ben Neden Sevilmiyorum?
Hakiki bir bağ yok, güven yok, yeterli para yok, cankulağıyla dinleyen yok, hayal yok. E ne var? Daima senden iyisi var. İçinden atamadığın bir ömür dolandırılmışlık hissi var. 
Share on facebook
Share on twitter
Share on pinterest
Share on whatsapp
Hakiki bir bağ yok, güven yok, yeterli para yok, cankulağıyla dinleyen yok, hayal yok. E ne var? Daima senden iyisi var. İçinden atamadığın bir ömür dolandırılmışlık hissi var. 

Google trends ülkemizde yılın en çok arananlarını açıklamış. 

‘Ben neden…?’ ile başlayan soruların bir numarasında ¨Ben neden sevilmiyorum?¨ çıkmış…

Devamında ‘Ben neden bu kadar çirkinim’, ‘Ben neden doğdum’, ‘Ben neden dışlanıyorum’, ‘Ben neden eziğim/ağlıyorum/böyleyim/ yalnızım/yaşıyorum’ gibi yüz yüze gelince iç acıtan sorular var.

¨Bize ne oldu?¨ diye isyan ediyorlar, ¨Ayy yazık yaaa¨ çekiyorlar, biraz üzüntü çokça acıma ve zavallı yerine koyma var. Okuduklarımdan ve sosyal medya paylaşımlarından çıkardığım bu. 

E ben de sormak isterim, kendini aşırı sevip, deliler gibi sevilen bu arkadaşlara; Peki sen gerçekten sevildiğine inanıyorsan hani olduğun gibi, her halinle o zaman diyelim niçin sosyal medyana fotoğrafını koyarken bin tane filtreden geçiriyorsun?

Neden olmadığın biri gibi görünmek için bütün çaban? 

Mesela hiç sordun mu kendine bedenine takıntın ve sürekli kendinde kusur aramanın sebeplerini?

Yalnızsan yalnızlığından yüzde yüz memnun musun? Kalabalıksan o kalabalığın içinde tam hissediyor musun? 

*** 

Soru sormak, içinde olduğun vaziyetin sebeplerini araştırmak kıymetli bir şey. Ben neden sevilmiyorum, neden yalnızım, neden eziğim, neden yalnızım gibi zor soruları sorabilenler aslında çare arayanlardır. Bir yol, bir kapı, bir ışık bulmak isteyenlerdir. 

Ve ancak cesur insanlar doğru soruları sorabilir.

Ha Google’da neden sevilmediğimize, yalnız olduğumuza, ezik hissettiğimize çare bulabilir miyiz? Tartışılır.

‘Bunlar hep çocukluk travması’ deyip topu ebeveynlerimize atabiliriz mesela ama çocukluk travmalarının da bir son kullanma tarihi var değil mi?. 

***

Diyorlar ki bize ¨Önce kendini sev!’. Hmm ok, kolaydı. Vallahi kolay falan değil. Çok zor kendini yüzde yüz sevmek. 

Öyle sabah erken kalkınca, günde 10 bin adım atınca, sağlıklı beslenince, meditasyon yapınca zart diye olmuyor o işler. 

Varlığını ikinci plana atmanı, fedakarlıktan yok olmanı, susup içine atmanı, sürüden ayrı durmamanı, azla yetinmeni, aman ha sakın düzeni bozmamanı öğütleyen bir kültürden geliyoruz biz. Peşin peşin sisteme beş sıfır yeniğiz yani. 

‘Ben neden sevilmiyorum?’ Sorusunun içinde ‘Sahi ben neyi seviyorum?¨ da var, ‘Ben sevmeyi biliyor muyum?’ da, ‘Ben kendimi neden sevmiyorum?’ da.

Üstelik sevilmenin kodları da değişti son yıllarda. Eskiden iyi evlat olunca, işinde dikiş tutturunca, bayram seyran bilince, kibarlığı elden bırakmayınca, hal hatır sorunca sevilen biri olurdun zaten.

İyi okumuş, çalışkan, ailesine bağlı, uygun bir evlilik yapmış, bilgili, görgülü, çalışkan, işinde uzman, para kazanan kişi değerli sayılırdı. 

Şimdi iş değişti. Takipçi sayısı, beğeni toplama oranı, sosyal medya etkileşimi, belinin inceliği, karın kasları, kombin çeşitliliği, kimlerle takıldığı, nerelere gittiği, ne sıklıkla seyahat ettiği, kaç tıklanma aldığı genel kanıda değerli kılıyor insanları. 

Asla yetişilemeyecek bir idealin altında böcek gibi eziliyoruz. İki kişi takipten çıksa bunalıma giriyoruz. IG hikayelerinde izlenme sayısı düşse anksiyeteden geberiyoruz. Bilginin, tecrübenin, emeğin, kalbin kıymeti gözden düşmüş gibi. 

Dikkat çekici reelslar çeken biri gelip senin önemini sıfıra indirebiliyor, daha çok konuşan, kendini canla başla bu sanal gösterinin parçası yapan tutunuyor. Sen açıkta kalıyorsun. 

‘Değerli’ insan kavramının eskisinde de yenisinde de ortak bir kötülük var aslında. Hep birilerine, bazı standartlara göre değerli sayılıyorsun. Neysen o olmak asla prim yapmıyor, zayıflıklarınla, eksiklerinle, iniş çıkışlarınla, dümdüz insan olmanla kabul göremiyorsun. Bakın işte en ağırı bu. 

Topluca tükenmişlik sendromundayız. Evet, çoğumuz şakır şukur depresyonda. Aşırı yeme, sigara, alkol, kumar, like toplama, fazla spor, uyuşturucu, antidepresan kullanımı bunlar hep bağımlılıklar.

***

Sevilmediğinde, kendini sevemediğinde, gerçek bağlar kuramadığında hevessiz, hayalsiz, umutsuz kaldığında depresyonun kucağından selamlar olsun. 

Her ne kadar bu kirli sahtelikten korunmak, bünyenin ayrı tutmak istesen de durup durup yakalanıyorsun işte. Öyle bir girdap. 

Pandemi, bitmeyen gündemler, üstüne ekonomik kriz derken bugünü çıkarabildiğine duacı oluyorsun. Hangi hayal, hangi heves, hangi umut. Her gün bir felaket haberi alırken, gelecek kaygısı gırtlağına çökmüşken bir yandan da sosyal medyaya baktığında idealden ne kadar uzak olduğunla yüzleşiyorsun.

Herkes bir trene binmiş tam gaz gidiyor da sen koşup koşup yetişemiyorsun sanki.

İlişkiler de nasibini çuval çuval alıyor bu abuk halden. Gözü daima senden daha iyisini kollayan insanların seni sevip, senin ‘normal’ halini arzulamasını, yanında kalmasını umuyorsun. Olmuyor. Hele ki -mış gibi yapmaktan usanmışsan hiç olmuyor.

Sevgili yok, olsa da hakiki bir bağ yok, güven yok, yeterli para yok, perişanlıklarını gören yok, seni cankulağıyla dinleyen yok, bir şey istemeden sadece hal hatır sormak için arayan yok. 

E ne var?

Daima senden iyisi var. 

İçinden atamadığın bir ömür dolandırılmışlık hissi var. 

Ve depresyon var tabii ne olacak. 

Suçu hep kendinde aramak var. 

Eksik, ezik, yalnız olduğunu düşünmek var. 

Peki çözüm nedir? O klişeleşmiş ‘kendini sevmek’ meselesidir çözüm. O da anladığım ve denediğim kadarıyla bugünden yarına olacak şey değil. Uzun bir yol maalesef.

Geçmiş travmalarınla helalleşmek, helalleşemezsen de onları mazeret etmekten vazgeçmek, yapamadıklarını kabul etmek, yapabildiklerin için kendini tebrik etmeyi bilmek lazım.

İnsan olduğunu, idealin saçmalıktan öteye gitmediğini idrak etmek mecburi

Arkadaşlık, aile ve özel ilişkilere önem vermek, gerçekten dinleyecek birilerine sahip olabilmek elzem.

Tamam, kabul! Bedenine bakmak, spor yapmak, uyku, sağlıklı beslenmek de olmazsa olmazlar listesinde.

Ama en en önemlisi değer yargılarını aklına ve kalbine göre yeniden gözden geçirip, bir işe yaradığını hissedebilmekte. Ne yapıp edip hayat amacımızı bulmak tek hedefimiz olmalı. Hani yaparken zamanının nasıl akıp gittiğini bilmediğimiz o şey. 

Son sözüm de şu. Başkalarının değer yargılarına göre yaşamamayı öğrenmeden bu iş olacak iş değil. 

Gerisini ben de bilmiyorum. 

Sadece bu soruların neden sorulduğunu anlıyorum.

4 Yorumlar

  1. Ne zaman İnstagram icad oldu o zaman aslında kendi olmayan insanlar topluluğu türedi, günde onlarca defa takipçi sayısını kontrol edip kendisine sorarsan sevilen aslında bomboş kimsesi olmayan ve bazışaeı tarafından kıskanıldığı için sevilmeyen bir balonun içinde yaşayan insan topluluğu oluştu

  2. Çok güzel yere ve yerlere deginmissiniz her zamanki gibi insanlarımız elde ettikçe mutsuz elde edemedikce mutsuzum zaten mutsuzu….tesekurler güzel yazar…

  3. En son 2013’te bir yazınızı kaydetmiştim hala durur. O zaman babamı kaybetmiştim insanlara olan duygularımı ifade eden cümleleriniz vardı. Şimdi üzerinden 9 sene geçti yine aynı duyguyu verdiniz sanki benim yerime yazmışsınız.
    ” Sevilmediğinde, kendini sevemediğinde, gerçek bağlar kuramadığında hevessiz, hayalsiz, umutsuz kaldığında depresyonun kucağından selamlar olsun. “
    Sadece hayat için bir amaç bulamıyorum. İnsanlarla bağ kuramıyorum çünkü aşırı yapmacık geliyorlar. Peki bir tarafım bunları hissederken neden bu kadar sevilmeye ihtiyaç duyuyorum? Neden bu sevgi açlığı bitmiyor? Neden yetiyormuş gibi gözüksem de kendi kendime yetemiyorum?


Bir Yorum Ekle

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.