Komedi drama türündeki modern şehir masalı ‘Emily In Paris’ üçüncü sezonuyla Netflix sahalarına döndü. Çok şükür zamanlaması cuk oturdu. Buradan yetkililere teşekkürü borç biliyorum.
Gerçeklik derdi öylesine istila etmişti ki hayatımı, duygusal olarak beni hasta ettiğini söylesem abartıya kaçmaz. Çuvaldızı kendime batıra batıra kevgire döndüm. Eh, yaş aldıkça belli pozisyonları da almak durumunda kalıyorsun çünkü. Tecrübeyle el ele yükselen farkındalık elzem olduğu kadar heveslerin içine eden bir şey çünkü.
Şimdi tatlı bir yazıyı acılaştırmak istemem ama elimde değil; sahtelik bombardımanı altında patır patır patlayan bir yaşam bizimkisi. Ağzımın tadını bir türlü tutturamıyorum. Neyse…
***
İşte tam da bu yüzden seyirciye ¨Olmaz mı, olabilir ¨ bile dedirtmeyen, olması na(h)mümkün serüveniyle Emily’i izlemek bana iyi geliyor. Netflix ana sayfasında üçüncü sezonunu görünce hemen ve acilen bol yeşillikli ton balıklı salatamı yapıp, karşısına geçiyorum.
E tabii ki Emily’e çıtır çıtır bol tereyağlı kruvasan, bize salata düşer; alıştım artık hiç bozulmuyorum.
Çünkü Emily asla ve kat’a şişmez, bizim bünye peynirli simitle yerle yeksan, ödemden geçilmez. Emily şarapları, tatlıları, McBagetleri falan yuvarlar, ertesi sabah 500 gr hafif kalkar çünkü kusursuz Emily’nin tarzı bu; gerçekdışılık ve teflon tava üzerinde kaya kaya yayın akışı.
Siz de Emily’e ¨Aman ne kadar köfteden bir hikaye¨ burun bükmesiyle girip de düşüverenlerdenseniz bilirsiniz ki Emily’nin derdi iki günü geçmez. Emily daima dört ayak üstüne düşer. Biz çıkmazlarda boğulur, kırbaç üstüne kırbaç yiyerek çözümsüzlüğümüzü kabule geçerken tüm çözümler Emily’nin ahanda gözünün önündedir mesela.
‘Göz önü’ demişken, Emily’in gözü gönlü daima açıktır.
Komşusu, çalıştığı markanın sahibi, Fransızca kursundaki o genç adam, ex’i, muhtemel nexti hepsi hatta daha fazlası Premium paket erkeklerdir.
Emily’nin hayatı bitmeyen bir Axe deodorant reklamıdır.
***
Bu sezon da aynen öyle. Devam yani. Misler gibi.
Şikago’dan Paris’e gelerek bir anda genç PR yıldızı oluveren Emily yine moda şovları senin, lavanta tarlaları benim geziyor. Herkesler elbette ona aşık. O ise işine. Kiminle konuşsa onu anlıyor, kimse kimseye küs kalamıyor, elin gıcık ve burnu büyük Fransızları Emily ne diyecek diye ağzının içine bakıyor. Emily yokuş nedir bilmiyor.

Maaşı önemli değil, düşünmeyin öyle şeyleri; Emily bir giydiğini bir daha giymemek suretiyle moda trendlerini şirin şirin temsil ediyor.
Bir kadeh şampanyadan bile pazarlama dehası fikirler bulabiliyor. Paris’te kalmaya karar veriyor ve işler önüne patır patır düşüyor. Tabii onun da canı sıkılıyor bazen ama biz faniler gibi değil. Bir kapı kapanınca on kapı açılıyor. Eğer yanlış bir şey yaparsa da istemeden yapıyor.
Zaten Emily ve çevresindekiler asla işsiz, umutsuz, aşksız kalmıyor. Herkesler sevişiyor, herkesler kariyerinde zıp zıp. Paris’te en leziz yemekler yeniyor, en özel içkiler yuvarlanıyor, hatalardan dersler çıkarılıyor, özürler dileniyor, empatiler zirve, endişeler tırışka.
Valla müthiş bir ortam, yat koltuğa izle.
Öyle bir dalıp gidiyorsun ki dizinin masalsılığına, küçük bir kız gibi Emily olasın geliyor. Sonra bakıyorsun ki masal diye bir şey yok, olsa fena olmazdı ama yok. Amaçlanmak var, çalışmak var, şans var, kısmet var, kabullenmek var, gelenle yaşayabilme becerisi var.
Ha bir de hayal kurmak var. Ne demiş Gaye Su Akyol ‘İstikrarlı hayal, hakikattir’.
Bekle beni Emily, küçük bir işim var yanına geliyorum 🙂
1 Yorum
Keyifle izledim… Güncel ve renkli konular